“Kaç yıldır ingilizce biliyosun?” sorusu milli eğitime bağlı okullardaki yabancı dil eğitiminin ne kadar saçma olduğunu görmemi sağladı. (diğer pek çok şeyin eğitimi gibi... 3 kere osmanlı tarihi, 2 kere inkılap tarihi, 3 kere islamiyet öncesi türk tarihi gördüm mesela.)
4. sınıfta,ilköğretimin 8 yıla çıkarılması üzerine ingilizce eğitimi almaya başladım. 10 yaşındaydım. 5,6,7 ve 8. sınıfta ingilizce dersi almaya devam ettim. Ne zaman neler öğrendik, ortaokul bittiğinde neler biliyordum tam hatırlamıyorum. Heralde 5 senede ya sbj+have+v3 cümlelerine başlamamıştık ya da başlayıp az bir şey görmüştük. Bir şey öğrenebileceğim en verimli yıllarımı, ergenlik çağı öncesi yıllarımı böyle harcamışlar. Sonra anadolu lisesini kazandım ve bir sene hazırlık okudum. Sınıfta hayatında hiç ingilizce öğrenmemiş insanlar olduğu için en baştan başlamak zorunda kalmıştık. Kendimi hazırlık atlayabilecek kadar yeterli görmediğimden hazırlıkta kalmayı tercih ettim. Hem bildiğim konuları işlerken rahat ederim hem de zaman ilerledikçe bildiklerimin üzerine çıkarım diyerekten. Bütün bir yıl ingilizce. Yıl bittiğinde kendimi ingilizce biliyormuş gibi hissediyordum. Bir sürü şey yazabiliyor bir sürü şey okuyabiliyor biraz da konuşabiliyordum. Sonra okul değiştirdim. 1. sınıfta mature kelimesinin “meyçır” diye okunduğu konusunda bizimle inatlaşan hocamıza ingilizce öğretmeye çalışıyorduk. 1. sınıf bittiğinde hazırlıkta yazdığım yazıları okuyamaz hale gelmiştim. Malum, tekrar etmezsen yahut kullanmazsan unutuyorsun. 2. ve 3. sınıfta öyle bir hoca girdi ki bizi advanced düzeyde ingilizce biliyor sayıp bize dilin inceliklerini, kelime anlamlarının küçücük farklarını, cümle yapılarının hangi koşullara göre ayarlanması gerektiği üzerine incik cincik bilgiler vermeye başladı, tabi ben şahsen sınavlarda dökülüyordum. “Bana ne formal yazmam gerekiyoken benim yazdığım cümle bi kelime daha ekledim diye informal olmuşsa, ben kelimeleri yerleştiremiyorum daha baksana” diye isyanlardaydım. Sınav notlarım 2-4 arası değişiyordu. Hoca çabamı taktir ettiğinden, ki gerçekten çok uğraştım kimi zaman, kanaatimi bol kullanır karneme 4 verirdi. Ama hiç bir zaman bir sınavdan 5 almadım karneme de 5 getiremedim. Ta ki son sınıfın 2. dönemine kadar. Ben yine karneme 4 gelcek diye beklerken ortalamamın beklediğimden yüksek gelmesine şaşırıp “Kim yüksek not verdi yahu?” diye baktığımda ingilizcemin 5 olduğunu gördüm. Gittim hocamın boynuna atladım. “O kadar uğraştın elif, artık bi 5 hakediyodun” dedi bana “neden?” diye sorunca. Neyse çok detaya indim ama mutlu bi hikayedir benim için, paylaştım. :) lisede hiç 5 alamamış olmam beni o kadar geri motive etmişti ki üniversitede hazırlık atlama sınavına bile girmeyip direk hazırlığa kaydolmuştum. Devamsızlık çok esnek olduğundan da hiç bir derse gelmemiştim ve sene bittiğinde ingilizce bilmediğimden emindim.
Ama şöyle bir bakınca 10 sene ingilizce eğitimi almışım.
Hayatımda ilk defa 2 hafta önce birisiyle uzun uzun ingilizce konuştum. Ve o zaman farkettim ki anlıyorum ve konuşuyorum. O karmakarışık dil öğretme sistemlerinden, farklı farklı hocalardan, sınavlarda yaptığım saçmalıklardan, filmlerden, şarkılardan ordan burdan, şükürler olsun ki 10 senede bir şeyler biriktirebilmişim.
Ama şöyle bir kez daha dönüp bakınca 10 sene içinde ingilizceyi 10 kere yalayıp yutmam ya da ingilizceyi bir kez yalayıp, yutup, en azından 2 tane daha dili güle oynaya öğrenmem gerekirdi.
“Dil bilmek önemlidir, ingilizce yetmez başka diller de öğrenin” diyip duran büyüklerin hazırladığı sistemlerde 10 sene boyunca ingilizce eğitimi olması ilginç.
Ha suç bende de var, ingilizceyi kendim öğrenip, sonra yine kendim başka diller öğrenmeye başlayabilirdim, yapanlar var. Ama ne bileyim ben. Küçüktüm hem. Yani, daha küçüktüm. Başka şeyler umrumdaydı.
“Şimdiki aklım olsaa...”
Bir de “Zararın neresinden dönülse kârdır” derler, ne mutlu ki. Şu aralar dönmeye uğraşıyorum. Ama resmen kendimi 30000 parçalık tek renkli bir puzzle’ın parçaları önünde oturuyormuş gibi hissediyorum. Şansıma, fiilleri hem özneye hem de cinsiyete ve kişi sayısına göre çekimlenen bir dil seçmişim. Şansıma inat da ettim.
5 dil bilen hocam diyor ki: “Birbirini çok iyi tanıyan çiftler eğer çok derin konular tartışmayacaklarsa, onlara anlaşmaları için 500 kelime yeter. Sandığın gibi, 20000 kelimlelik sözlükten 4000 tanesini bilmene gerek yok yani. Biz şimdi başlıycaz, alfabeyi ve telaffuzu öğrenirken sen zaten 500 tane kelime öğreniceksin. Sonra sana paragraflar vericem, karşısına türkçesini yazıcam, sen onları okuycaksın. Sonra basit kitaplardan başlıycaz. Okudukça gramer kuralları kafana yerleşicek. Sonra gramer kurallarını açıp baktığımızda sen yavaş yavaş ilerlemek yerine uçucaksın ve çok kısa bir sürede dil öğrenmiş olucaksın.”
Ben bilmiyorum. Ben dili böyle öğrenmedim. Ben dili 10 senede öğrendim. Hala da öğrenicek çok şeyim var. Adamın bana olan ve kendine olan güvenine hayran oldum. Kendi söylediklerinin doğru olduğundan emin gibi, değil diyemem asla, 5 dil biliyor. Benim kendi söylediği gibi bir yolda ilerleyebiliceğime de emin gibi ki çok ilginç ama “ben bilmem beyim bilir” dedim ve kendimi onun ellerine bıraktım. Ne derse yapıyorum. Y harfinin sesli harf olduğunu kabul etmek zorunda da olsam, h harfini gırtlaktan da çıkarsam, o acayip e sesini çıkarmak için şekilden şekile girip çevreye rezil de olsam girişmiş bulundum. Umarım tamamlarım.
No comments:
Post a Comment